Beka beka diyorlar ya; kel alaka!
Demokrat Parti Genel Başkanı Afyonkarahisar Milletvekili Gültekin Uysal, Demokrat Parti’nin 13.Olağan Büyük Kongresi ve Aday Tanıtım Toplantısında konuştu.
Alkışlar arasında coşkuyla karşılanarak kongre salonuna giren Genel Başkan Uysal, partililerimizle selamlaştıktan sonra İstiklal Marşı okunuşuyla kongre başladı. Kongreye Anavatan Partisi’nin son Genel Başkanı Salih Uzun, eski bakan ve milletvekilleri, yerel seçimlerde Demokrat Parti’nin yurt genelindeki tüm adayları, delegeler, partili demokratlar katıldı.
Tek adayla girilen kongrede Genel Başkan Uysal, 618 geçerli oy alarak yeniden genel başkan seçilerek güven tazeledi.
Demokrat Parti Genel Başkanı Afyonkarahisar Milletvekili Gültekin Uysal’ın kongrede yapmış olduğu konuşmanın tam metni aşağıdaki gibidir:
“Memlekete umut olan Kırat koşuyor yine”
“Sayın Divan, Sayın Başkan ve üyeleri, kıymetli delege arkadaşlarım, saygıdeğer büyüklerim, çok değerli Bakanlarım, Milletvekillerim, çok değerli Başkanlarım, “Büyük Türkiye” idealinin temsilcileri ve değerli basın mensupları hepiniz hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.
Kendi ikballerini bir kenara bırakıp milletin refahı için böyle bir dönemde “mahkum değilsin” diyerek haykıran, bir mülki idare vazifesine değil millete hizmete namzet aday arkadaşlarımız hoş geldiniz.
Dile kolay, tarihte büyük bir detay Demokrat Parti. Hani denir ya “hayra anahtar olmak” diye, hem hayra anahtar olan, hem de dara düşülen vakitte derman olan bu hareket, millete soluk olan, memlekete umut olan Kırat koşuyor yine…
Her siyasi hareketin bir arması, logosu var malumunuz. Ama Kırat başka. Öyle bir ironi var ki, öyle bir mana... Dört ayağında, yelesinde, duruşunda, kılavuzumuz olan her değerin anlamı saklı.
“Sağ olsun iktidar bizlere 4. Hürriyeti anımsattı”
8. Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal, 9 Kasım 1989’da, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası Gazi Meclisimizin genel kuruluna hitaben yaptığı konuşmada “hürriyet”lerden bahsetmişti. İfade hürriyeti, inanç hürriyeti, teşebbüs hürriyeti.
Dünya’da “dört hürriyet” olarak bilinen hürriyetlerden bir tanesini zikretmedi, zira hürriyetçi demokrat kimlikleri ile kendisinin ve başbakan olarak merhum Genel Başkanımız Süleyman Demirel’in idaresinde o son hürriyeti zikretmeye ihtiyaç yoktu.
Şimdi yeniden hasıl oldu. Sağ olsun iktidar bizlere 4. Hürriyeti anımsattı. Neydi o; korkudan kurtulma hürriyeti, korkusuzca yaşama hürriyeti. Vatandaşların, diğer üç hürriyeti kullanırken kaygı duymamasıydı. Fikrini beyan etti diye kovulmaması, hakim olanlar gibi inanmasa dahi liyakatiyle işe alınması, teşebbüs ederken eşit imkanlardan yaralanmasıydı.
Bu gerekliliklerin tam zıddının yaşandığı, kişilerin tercihleri nedeniyle, tercih etmedikleri nedeniyle baskı ve dayatmaya maruz kaldığı bugün, bizim için elzem bir kavram korkudan kurtulma hürriyeti, korkusuzca yaşama hürriyeti…
“Kırat Milletimizin aslıdır”
Kırat’ın dört ayağıdır 4 hürriyet. Kıratın iki gözüdür demokrasi ve adalet. Demokrat Parti’nin vaat ettiği, kıratın yelesi kadar gür bir zenginliktir. Vakur bir duruş, asil bir şahlanıştır…
Durmaksızın bir koşudur, hep daha ileriye, hep daha güzele…Kırat Milletimizin aslıdır, milletimizin hasletleri Kırat’ta saklıdır.
Elazığ Üç Lüleli’den su içen Yusuf amcamın, Iğdır’da heliseye kaşık sallayan Zehra bacımın, Gümüşhane’de pestil pişiren Hatçe ninemin, Aydın’da incir toplayan Mehmet kardeşimin, Isparta’da gül deren Kezban ablamın, Erzurum’da koyun otlatan Veysi ağabeyin, Trabzon’da ağ toplayan Yunus biraderimin gözündeki ışık, kalbindeki umuttur Kırat.
Ey Türk, ey güneş oğlu, Yurdun güzellik dolu; Toprağı gül kokulu Cennettir Anadolu.
diyor Faik Ali Ozansoy. Cennettir Anadolu. Toprağından bereket fışkıran, yeşili ile mavisi ile, halayı horonu ile, Ay yıldızlı bayrağın altında yaşama iradesi gösteren tüm vatandaşları ile bir bütün, bir cennet. “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diye anlatmıştı Mehmet Akif; nasıl bir cennet olduğunu, nelere mal olduğunu.
Şimdi dolaşıyorum vatanın dört köşesinde, her bir köşesi cennet vatanın köyünde, beldesinde, bahçesinde. Konuşacak kelime yok!
“Beka beka diyorlar ya; kel alaka!”
Geçmişte biz siyasiler, bizlerin büyükleri anlatırdı, vatandaş dinlerdi. Malum seçim dönemi. proje anlatacaksınız, çözüm anlatacaksınız, programdan, ilkeden, vasattan dem vuracaksınız. Lakin ne mümkün! Milletin mecali kalmamış, “bir dokun bin ah işit” dediklerini şu birkaç senede yaşayarak tecrübe ettik.
Beka beka diyorlar ya; kel alaka! Bir milli mücadeleden bahsediyorlar ya, dış güçlerden, kumpaslardan, küresel oyunlardan…
Domates fiyatlarını manipüle eden, patlıcan fiyatlarını yükselten, salatalıkla darbe yapmaya yeltenen, fındık fiyatları ile ürküten, soğan ile örgütleyen dış güçler. Karşısında ise milletin aklı ile alay eden, beceriksizliğini kimi zaman lobilere, kimi zaman başka ülke başkentlerine mal eden “iç güçler”
“Çıkın deyin “beceremedik!” “Aldatıldık” deyin yine, ona dahi razıyız”
Bre aymazlar, bre utanmazlar! Oyunu almadığınız ve hain ilan ettiğiniz çoğunluktan utanmıyorsanız, oyunu aldığınız, emeğini çaldığınız, duyguları ile oynadığınız seçmeninizden utanın! Yıllardır hasbi duygularla, samimiyetle sizleri destekleyen milyonlarca insanın hakkı için bari yalan söylemekten uzaklaşın.
Çıkın deyin “beceremedik!” “Aldatıldık” deyin yine, ona dahi razıyız. Bulun bir günah keçisi, yükleyin ne hatanız varsa, onu bile anlarız ama biraz utanın, yalan söylemekten, dalga geçmekten kaçının.
Siyaset, iktidar olma sanatıdır. En azından bu döneme kadar öyle idi. Şimdi yaşanan ise iktidar için bir savaş ve tek taraflı. Bu iktidar kendine oy vermeyene, kendi gibi düşünmeyene, biat etmeyene, boyun eğmeyene savaş ilan etti. Orantısız güç kullanmaya aşina bu iktidar devletin olanakları ile meydanlarda, medyanın imkanları ile ekranlarda, yandaşın destekleri ile çarşıda, pazarda, sokaklarda hakaret ediyor, küfrediyor, zulmediyor. Yalnız bilesiniz; bu Kırat 27 Mayıs'ta eğmedi başını, 12 Eylül'de eğmedi başını, 28 Şubat'ta eğmedi başını.
Üç günlük zindan mazilerinden asırlık mağduriyet hikayesi çıkaran sözde demokratlara inat miting meydanlarında değil, darağacının altında kefen giydik. Ezcümle bu beylerin ağababalarına karşı durduk, bozmadık duruşumuzu. 73 yıldır muadillerinizle mücadele ettik, millet dedik.
Korkun, çekinin, titreyin. Bu ses Kıratın sesi, bu ses "yeter artık" diyen milletin sesi, bu ses demokrasinin bu ses adaletin sesi. Sağır olacaksınız, dayanamayacaksınız.
Ya demokrasiyi tesis edecek, adaleti teraziye getirecek ya da bugün olmasa dahi yarın sandıkta sizleri getirenlerin reyleri ile gideceksiniz. Biz zalime baş eğmeyen, eğmemek için ilmeği boynuna kendi geçiren, milleti için canından geçenlerin murisleriyiz; bunu bilesiniz!
Yüce Allah Kelam-ı Kadim’de, Zuhruf Suresi 5. ayette şöyle buyuruyor; “Siz haddi aşan bir topluluksunuz diye bu hakikatli mesajla sizi uyarmaktan vaz mı geçeceğiz?” Elbette hayır!
Tıpkı Ehl-i Beyt gibi, tıpkı Sahabe-i Kiram gibi, tıpkı erenler evliyalar gibi, Allah dostları gibi bizler de milletimizin, memleketimizin faydasına, inandıklarımızın, iman ettiklerimizin yolunda Allah Teala’nın buyruğuna uyup, zulme karşı, haksızlığa karşı, adaletsizliğe karşı, batıla karşı hakikati söylemeye devam edeceğiz.
“En büyük acı, acıtmaz olmuş zincirlerin acısıdır; köleliği kabul etmenin, başkaldırmaktan vazgeçmenin acısıdır.” diyor bayrak şairimiz ve aynı zamanda Partimiz Seyhan mebusu Arif Nihat Asya.
Bu zincirler acıtıyor milleti artık. Bu zincirler; üretimi yok edip sosyal yardım zincirlerine bağladıkları milletin canı yanıyor artık. İşsizlik, aşsızlık, çaresizlik, yarını görememezlik…
Ne halden ne hale geldik!
Aşkından divane olan bir milletik; sevdiğine, vatanına, evladına. Şimdi açlıktan deli olan, evladını doyuramadığı, giydiremediği için, iş bulamadığı, borcunu ödeyemediği için canına kıyan on’lar…
Söyleyecek çok söz var!
Bakın geçtiğimiz hafta Tekirdağ'ın Ergene ilçesinde, 34 yaşındaki Saffet tavana bağladığı atkıyla kendisini asarak, yaşamına son verdi. Ailesine "Ben hakkımı size helal ediyorum. Siz de bana hakkınızı helal edin. Biliyorum, sizi çok üzdüm. İşsizlikten bunaldım" yazılı bir not bıraktı.
Yine geçen hafta İzmir'in Tire ilçesinde, 24 yaşında, evli ve iki çocuk babası inşaat işçisi Oktay karDeşimiz, çalıştığı inşaatta kendisini asarak yaşamına son verdi.
Eylül ayında, Kocaeli'nin Körfez ilçesinde yaşayan 45 yaşındaki İsmail Devrim, okul pantolonu alamadığı çocuğu okuldan gönderilince 'Çocuklarıma bakamıyorsam, çocuğuma bir pantolon alamıyorsam niye yaşıyorum ki' dediği günün gecesinde intihar etti.
Mahkum değillerdi, mecbur değillerdi. Mağdur oldular, aldandılar, aldatıldılar. Buradan bir kez daha söylemek istiyorum; mahkum değilsin Türkiye’m!
“Kölelik bir tercihtir; ölüm dahi hürriyetken.” Bu millet köleliği, esareti bin yıllardır reddeden, zulmü kabul etmeyen, zalime boyun eğmeyen karakteri ile Dünya milletlerine emsal olmuştur. Hindistan’ın hürriyet hareketinin lideri Gandi’nin, sömürgecilere söylediği bir söz var; “Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor! İşte Türkler, kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını, sahiplerinin başlarına geçirdiler! Bitti denen anda, umutların tükendiği anda cümle aleme misal olduk.
“Umutsuzluk silahı ile umudun adı olmuş bu millete “ne mutlu” demeyi yasak edenlere karşı “Ne mutlu Türküm diyene” diyoruz”
Bu nedenledir ki Büyük Önder’den o hayranlığın en veciz ifadesini duyduk; Ne mutlu Türküm diyene!
Ne mutlu değerli dostlarım; ne mutlu bu milletin bir ferdi olduğum için, ne mutlu bu milletin derdi ile yoğrulduğum, bu topraklarda doğduğum, bu cennet vatanda doyduğum için.
Umutsuzluk silahı ile umudun adı olmuş bu millete “ne mutlu” demeyi yasak edenlere karşı “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek milletimle, milliyetimle, memleketimle gurur duyduğum için ne mutlu.
Delinse yer, çökse gök yansa kül olsa dört yan, Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan, Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz…
Bu iktidar ölümü gösterip sıtmaya razı etti milleti. Mal üretemiyoruz, hizmet üretemiyoruz, bilgi üretemiyoruz. Boyuna sorun, boyuna kavga.