Çok mutluyum diyenler hastadır, hastanede tedavi edilmesi gerekir

28 Aralık 2015 - 12:12

İnsan hayatı zorluklarla dolu, mücadelelerle dolu. Herkesin ayrı ayrı sıkıntıları var. İnsanların ruhsal sıkıntılarında gidebilecekleri bir psikiyatrist var. Ancak bir psikiyatrist sıkıntısı için bir başka psikiyatriye gidebilir mi? Bir psikiyatriye mi gitmesi gerekir yoksa bir futbol maçına mı? Bunların yanında sıkıntılar için hacı ve hocaları tercih mi etmeli? Peki hacı ve hocalar iyileştiremediği hastaları bir psikiyatriye gönderebilirken bir Psikiyatri iyileştiremediği hastalarını bir hocaya mı göndermeli? Ya da iyeleştiremediği hastaları hocaya gönderebilir mi? Mutlu olmak için neler yapmalı insan? Çok mutlu olan bir insan hasta mıdır gerçekten?

Tüm bu soruların yanıtlarını da samimiyet içerisinde bulacağınız, bir solukta okuyacağınıza inandığım bu söyleşiyi Özel Park Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Ekrem Güney ile yaptım.

 

*Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? Ekrem Güney kimdir?

-Ekrem Güney Manisa Akhisar doğumlu, evli ve iki çocuk babası yaklaşık 20 yıldır hekimlik yapan birisidir. Afyon’da 3 yılımı doldurdum, 4’ncü yılıma başladım. İlk dönem Afyon Devlet Hastanesinde görev yaptım. 2 yıldır da Özel Park Hastanesinde çalışıyorum. İlkokul, ortaokul ve liseyi İstanbul’da bitirdim. Üniversiteyi İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde okudum.  İhtisasımı Bolu Abant Üniversitesinde tamamladım. Mecburi hizmetimi Iğdır’da tamamladım. Iğdır sonrası atamam Afyon’a oldu ve burada devam ediyorum.

 

*Memleketiniz nere diye sorsalar…

-Uzunca bir süre İzmir’de hayatımı devam ettirdim. Doğduğum yer ayrı, okuduğum ve geliştiğim yer ayrı görev yaptığım yerler ayrı derken bana nerelisin diye soranlara tam cevap veremiyorum. Ama şu an Afyonluyum artık.

Haşhaşından yedim suyundan da içtim artık Afyonlu sayılırım.

 

*Kaleye çıktınız mı peki?

-Kaleye çıkamadım. Çıkmayı denedim ama 20 metre falan kala görüntüler değişmeye başladı, göğüs ağrım falan olunca ben orda oturdum. Eşim ev çocuklarım çıktı ben de onları orada beklemek durumunda kaldım.

 

*Hep siz soracak değilsiniz ya çocukluğunuza dönmek gerekirse, nasıl bir çocukluk hayatı geçirdiniz?

-Çocukluğum oldukça iyiydi. Bayrampaşa’da futbol oynayarak geçti. Sokaklarda geçti. O noktada çocuklarımdan daha şanslı olduğumu düşünüyorum çünkü bizim dönemimizde komşuluk ilişkileri daha güçlü idi. Mahalleli sokaktaki çocukları kim olursa olsun korurdu. Mahalle kültürü vardı. Biz acıktığımız zaman Ahmet’in annesi ekmek verirdi, susadığımız zaman Mehmet’in annesi su verirdi, benim annem meyve verirdi oldukça güzel bir çocukluğum geçti. Sokaklarda oynardık, futbol oynardık, ders çalışırdık. Oldukça eğlenceli bir çocukluğum geçti diyebilirim.

 

*Aynı mutluluk çocuklarınızda var mı peki?

-Şimdi o güzellikler bizim çocuklarımızda yok. O dersten bu derse, o sınavdan bu sınava, o kurstan bu kursa koşturuyorlar. Mutlular mı? Emin değilim doğrusu ama ben mutluydum doğrusu.

 

*Çocuk yaşlarda ne olmayı düşünürdün?

-Hem doktor, hep doktor olmayı düşünürdüm.

 

*Branş belirlemiş miydin?

-Belirlemiştim aslında. Çocukken söylüyor muşum, muhtemelen onun da etkisi vardır. Ben 2 yaşından beri gözlük takıyorum. Dolayısıyla doktorlarla tanışmam çok erken oldu benim. Onun için hep göz doktoru olmayı düşünmüş ve onu söylemişimdir. O zamanlar Cerrahpaşa’da göz doktoru olacağım dermişim İstanbul olmadı İzmir oldu. Göz doktoru olmadı psikiyatri oldu. Şimdi düşünüyorum da sanki psikiyatri benim için daha iyiymiş.

 

*En çok Afyon’da görev yaptınız dediniz. Afyon’daki hastalarınız size nasıl geliyor? Tavsiye üzerine mi, yoksa…

-Aslında hür türlü geliyor. Enis Arabacı beyin burada yıllardır hizmet ettiği hastaları var. Bir bölümünü onlar oluşturuyor. Bir bölümünü ben Devlet Hastanesinde çalışırkenki hastalarım oluşturuyor. Tavsiye üzerine gelenler var, tesadüfen gelenler var. Diğer doktor arkadaşlarımızın tavsiye üzerine gelen hastalarımız da var elbette.

 

*Hastalarınız şikâyetleri genellikle ne üzerine oluyor?

-Mevsimsel burgular vardır. Özellikle sonbahar’dan kış aylarına geçişlerde depresif burgular artan insanlarda. Bu aylarda özellikle çöküntülerin yaşandığı, mutsuzlukların arttığı, keyifsizliklerin arttığı, karamsarlık ve gelecek kaygılarının arttığı problemler ortaya çıkar. Ama kaygı bozukluğu mevsimsel değişmelerden pek etkilenmez. Her yaş grubunda ve her dönem çıkabilir. Anseti bozukluğu diğer hastalıkları da taklit edebilir. İnsan defalarca kalp krizi geçirdiğini sanarak acil servise gelebilir, bağırsaklarındaki değişiklik nedeniyle bir dâhiliyeciyle görüşebilir, her türlü hastalık taklit edebilir. Aslında hepimizde psikiyatri farklılıklar vardır. Hepimizde vardır, bende de vardır sizde de vardır. Bizim burada hastalık kriterimizi oluşturan şey ise kişinin mesleki ve sosyal yaşantısının etkilenmesidir, bozulmasıdır. Hangimiz yolda yürürken çizgilere basmadan yürümedik ki? Hangimiz buna dikkat etmedik ki? Ama bunun hastalık olabilmesi için çizgiye bastığınız zaman geriye dönüp en baştan yürüme hadisesidir.

 

*Kimler daha çok tercih ediyor yani hastalarınız hangi kesim insanlardan oluşuyor ağırlıklı olarak?

-Beklemediğimiz bir durum var Afyon’da. Orta eğitimli diyebileceğimiz kesim bize gelmiyor. Bizi “Deli doktoru” olarak görüyor. Köy kökenli insanlarımız psikiyatriye gelmede daha rahatlar. Az daha eğitimli diyebileceğimiz insanlar, acaba bize bir şey mi denir, malum herkes ne diyor biliyorsunuz, nispeten psikiyatri deli doktorudur diyenler var. Yüksek eğitimli grupta sorun yok. Köylü kesiminde sorun yok, orta eğitimli diyebileceğimiz kesim psikiyatriye gelmekten çekiniyor.

Hatta bizim bir de yan dalımız var ne yazık ki; bazı problemleri nedeniyle insanlar bize gelmezden önce hacı ve hoca efendilere gidiyorlar ve onlardan yardım arayabiliyorlar. Ben o konuda da kendimi şanslı addeden doktorlardanım. Şöyle ki; Afyon’da çalışan oldukça aydın din adamları var. Bunlar dini vecibesini yaptıktan sonra beni tavsiye ediyorlar. “Kırmızı Hastanede Ekrem Güney diye bir doktor var ona gidin” diyorlar. Böyle hoca referansıyla gelen hasta grubum da var benim. Bu sevindirici bir şey çünkü psikiyatrinin bir tıp dalı olduğu, yaşanabilir bir hastalık olduğunun kabul edilmesi açısından çok önemli bir nokta.

 

*Peki sizin hocalara gönderdiğiniz hastalarınız var mı?

-Yok ben göndermiyorum. Ancak şöyle olabiliyor. Ben kişinin tedavisini planlıyorum ama insanlar “ya biz bir de hocaya gitsek” diyebiliyorlar. Ben onlara asla engel olmuyorum. Çünkü kendi tercihleridir, gidin de demem gitmeyin de demem. Yalnız benim ilaçlarımı kesinlikle kullanın, diyorum. Bunun dışında dini vecibelerinizi yapacaksanız yapın buna kimse engel olamaz.

 

*Diğer branştaki doktorlarınıza göre sıkıntılarınız neler? Ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?

-Bizim elimizde tanı objektif araçlarının olmaması, bizim zayıf tarafımızı gösteriyor. Diğer uzman arkadaşlarımız yaptıkları tetkikler neticesinde hastalarına daha rahat tanı koymalarına sahip. Bizim öyle değil. Biz daha çok gördüklerimizle, bize anlatılanlarla tanı koymaya çalışıyoruz. Onların anlattıklarından anlayabildiğimiz kadarıyla tanı koymaya çalışıyoruz. Bunla ilgili hoş bir benzetme vardır; Psikiyatri 4 körün fili tanımlaması gibidir. Filin neresinden tutarsanız oradan tanımlarsınız. Bir kişiyi farklı farklı doktorların görmesinde farklı tanılar alması mümkündür. Bu bizim zayıf tarafımızdır. Güçlü tarafımız ise bizim insanlarla kurduğumuz ilişkilerdir. Diğer doktor arkadaşlarımızdan farklı olarak biz, tetkiklerden çok hastaya bakarız. Tetkiklerin ne dediğinden çok hastaların ne dediğine bakarız. Elimizden geldiğince daha fazla dinlemeye çalışırız. Bu bizi biraz daha güçlü kılan taraf. Bir süre sonra aile bireylerinden biri gibi olduğumuz için benim başıma çok hoş şeyler gelmiştir.

 

*Bir örnek vermek gerekirse…

-Bir süre takip ettiğim genç kızlarımız var. Damat adayı elinde çiçekle benden kız istemeye gelebiliyor mesela. Çünkü bir süre sonra o rolü oynamaya başlıyorsunuz. Kızın babası gibi oluyorsunuz. Bu keyifli tarafı.

 

*Keyifsiz ve zor tarafı nedir?

-Keyifsiz demeyelim, zor tarafı diyelim. Diğer doktor grubunun dinlemek istemediği bir hasta grubunu biz dinliyoruz. İnsanlar genel olarak da dinlemeyi sevmiyor aslında. Bize hanımların en çok şikâyet ettiği konu, eşlerinin kendilerini dinlemediğidir. Biz onları da dinliyoruz. Oldukça yıpratıcı ve zorlayıcı. Bizim elimizde diğer doktorlar gibi çeşitli aletler ve cihazlar da yok. Cerrah arkadaşım bir apandisit ameliyatı yapıyor ve aldığı parçayı uygun koşullarda patolojiye götürmesi için hasta yakınına verebiliyor. Hasta yakını da materyale bakarak “ha evet doktor bunu çıkarttı” diyebiliyor. Biz burada neyi çıkartıyoruz veya neyi takıyoruz bunu burada gösterme şansımız yok. Ama yaşam alanda değiştiriyoruz bunu gösterme şansımız yok. Bizim öylesine yaşama dokunuşlarımız oluyor ki, söylediğiniz bir cümle veya söylemediğiniz bir cümle o kişinin hayatının akışını değiştirebiliyor.

 

*size gelen insanların beklentileri nasıl?

-İnsanlar bizden mucizevi şeyler bekliyorlar. Biz toplum olarak doğu toplumları arasında yer aldığımız için gördüğümüze inanıyoruz. Dokununca her şey değişecek sanıyorlar. Ben onlara (fiziksel özelliklerim de buna müsait olduğu için) hep aynı espriyi yapıyorum. Gerçekten sihirli bir merhem olsa size vermez kafama sürerdim diyorum. Kelin merhemi olsa başına sürermiş, diyorum. Dolayısıyla da bu beklentiyi de ona göre ayarlamak gerekiyor. Psikiyatri diğer tıp alanları gibi her şeyi tahlil ettiren bir alan değil. Bazı konularda yardımcı olduğumuz gibi bazı konularda da yardımcı olamayabiliriz. Ama şurası kesin, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

 

*Bu durumda hastalarınıza tavsiyeleriniz neler oluyor?

-Ben hastalarıma hep şunu öneriyorum, bana ilk geldiğiniz günü lütfen baz olarak alın sonraki değerlendirmelerinizi o güne göre yapın. Hiç şikayet kalmayacak beklentisi içerisine girmeyin, o güne göre ne haldesiniz. Daha mı iyi daha mı kötüye gidiyoruz. Hayatı da böyle algılarsak yaşam bizim için daha keyif verici olabilir. Biz daha çok olmayanlara bakmaya meyilliğiz. Bir sırada beklerken sıranın önüne bakmayı daha çok seviyoruz. Off ne kadar çok sıra var diyoruz. Bir türlü gelmedi sıra, diyoruz. Oysaki, ne kadar ilerlediğine bakmıyoruz. Kendini başarısız addeden insanlar da neleri yaptıklarından çok neleri yapamadıklarına, nelere ulaşamadıklarıyla uğraşıyorlar. Bu da insanları umutsuzlaştıran yerlerden bir tanesi. Elimizdekinin değerini bilmek zorundayız.

 

*Buraya gelirken bir arkadaşım “İnsanların mutlu olması için ne yapması gerekiyor” diye bir soru sormamı istedi. Elçiye zeval olmaz.

-Mutluluk kavramı, bir kere mutluluk kavramını çok kutsamamak gerekiyor. Hiç kimse topyekûn mutlu değildir. Eğer öyle biri varsa ben onu hastaneye yatırım tedavi ediyorum.

 

*Çok mutlu olmak bir hastalık mı yani?

-Tabi, bir insan aşırı mutluysa bu bir hastalıktır aslında. Aşırı mutluluk hastalığı manikepizottur. Bir de kişi kendini dünyanın en zengin, en yakışıklı, en güzel, en akıllı, en uçabilir insanı zanneder. Aslında bizim hayattan istediğimiz de bu değil midir? Herkes tarafından beğenildiğini hissetmek değil midir? Bu kişi zaten onu hissediyor. Ama biz ona hastalık diyoruz. Çünkü yaşamın gerçeklerine uygun değil bu. Hepimiz zaman içerisinde mutlu oluruz, mutsuz oluruz. Gün içerisinde dalgalanırız. Doğamızda vardır bu. Zaten mutsuzluktur mutluluktan keyif almamızı sağlayan. Kötüleri bilmesek, iyileri anlayamazdık ki. Çirkini tanımasaydık güzeli nasıl anlayacaktık? Onlar hep birlikte olunca güzel. Onun için mutluluğu o kadar kutsamamak gerekiyor. Kutsayacağımız şey; sahip olduklarımıza gereken değeri vermekten geçiyor aslında.

Biz insanoğlu olarak ciddi bir aç gözlülüğümüz var. Komşunun tavuğunun bize kaz görünmesi gibi bir sıkıntımız var. Oysa kendi sahip olduklarımızla kendi donanımlarımızı görmekte zorlanıyoruz. Hep başka insanlardaki donanımlara sahip olmak istiyoruz. Kim bilir o da o kadar mutlu mu acaba? O da belli değil. Önemli olan pastanın büyüklüğü değil, bizim elimizdeki pasta diliminin lezzeti önemli olan.

 

*Sizin bir psikiyatri olarak bir psikiyatriye ihtiyacınız oldu mu?

-Benim olmadı. Zaten Türkiye’de öyle bir şey de yok. Ancak ABD başta olmak üzere baz batı ülkelerinde özellikle psikanaliz ekolünde çalışan doktorlar, başka psikiyatri uzmanlarına giderler. Bizim ülkemizde böyle bir gelenek yok. Ancak yine de psikiyatri desteği alan psikiyatri hekimlerinin olduğunu ben biliyorum.

 

*Bir psikiyatri uzmanı olarak arkadaşlarınızla ilişkileriniz nasıl?

-O biraz zorlayıcı işte. En çok zorlandığım yerlerden bir tanesi de o olmuştur. Ne bileyim, örneğin çocuklarımın okuluna gidiyorum öğretmen veya eşimin arkadaşlarıyla tanışınca falan insanlar benim psikiyatri uzmanı olduğumu duyunca irkiliyorlar. Rahatsız oluyorlar ver şey gibi zannediyorlar; sanki biz günün 24 saati insanlara tanı koymak, onların yaptığı hareketleri anlamlandırmakla uğraşıyormuşum gibi düşünüyorlar. Hiç öyle değil. Buradan söylüyorum hiç de öyle değil. Psikiyatri uzmanı olmak kişinin tüm sorunlarını çözmüş anlamına gelen bir şey değil ki. Biz insanız ve hepimizin hataları vardır. Biz bu konuların uzmanı olarak konuları bilimsel anlamda da sezgisel anlamda da daha iyi biliyoruz. Farkımız bu değilse biz de insanız.

Mesela ben acayip bir fanatik taraftarımdır. Dışarıda maç seyretmeye çıkmıyorum artık. Maç seyrederken yaptığım her hareketimden cezai ehliyetimin olduğunu düşünmüyorum. O kadar. Çünkü hakemlere o kadar şeyler söylüyorum ki, sonradan ben mi dedim diyerek hayıflanıyorum. Ama ben dedim gerçekten. O da benim şeyim oluyor aslında; hani psikiyatri gidiyor musun dediniz ya, futbol maçları benim için o konuda çok rahatlatıcı oluyor. Şöyle düşünün, yaşam karşısında büyük bir enerji gelmiş siz de baraj kurmuşunuz. Barajlarda nasıl tahliye kanalları varsa hepimizin hayatında bu tür tahliye kanallarına ihtiyacı var. Benim tahliye kanallarım da daha çok futbol maçları oluyor.

 

*Eşiniz bir psikiyatri ile evlendiğini biliyor muydu?

-Yok, eşim için de sürpriz oldu. Çünkü ben o dönemde dâhiliyeciydim. Sonradan çıktı psikiyatri. O garibim ne yapsın, psikiyatriye yöneldiğimde çoktan evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. Ama bir psikiyatri uzmanı ile evli olmaktan mutlu bence. Arkadaşları ona zaman zaman “ya seni çok neşeli görüyoruz” dediklerinde, “unutmayın ben evde bir psikiyatrist besliyorum” diyormuş. Öyle gerçekten de. O noktada keyifli yani.

 

*Unutamadığın, çok etkilendiğin, bundan sonra da bunu unutamam dediğin bir anın var mı?

-Var elbette. Şüphesiz çok fazla. Ancak benim psikiyatri uzmanı olarak çalıştığım il sayısı çok fazla değil. Bolu, Iğdır ve en uzun süreli olarak da Afyon ili var. Onun için hatırladığım anılarım Afyon kökenli olacaktır. Ben de bu anımı sizinle paylaşırsam, hele ki üzerinde oynamadan paylaşırsam isim vermesem bile muhtemelen gazete okuyan kişi bunun kim olduğunu anlayacaktır. Onun için bende kalsın, anlatmayayım.

 

*Son söz olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

-Söylemek istediğim en temel şey, beden ve ruh sağlığı bir bütündür. Bunun birisini diğerinden ayıramayız. Her ikisi de bir birini ilgilendirir. Yaşam olayları karşısında çok zorlanıyoruz. Mesela haberleri açıyoruz, bir yerde kaza olmuş bir yerde başka can sıkıcı bir olay… Bunların hepsinden etkileniyoruz. Psikiyatri hekimleri de tam da bu etkilenmelerin üzerinde çalışan kişilerdir. Dolayısıyla, kronik hastalardan bahsediyorum başta diyabet hastaları olmak üzere mesela kalp hastaları… Nasıl şeker hastalığı için tedavi alıyorlarsa, şeker hastalığının ruhlar için etkisi için de bizden de tedavi almalılar. Dolayısıyla biz de diğer hekim gurubundan çok da farklı değiliz. Bizim materyalimiz, bir aletimiz veya bir röntgen ve Ultrason cihazımız yok. Ultrason yerine kulağımızı kullanıyoruz. Röntgen yerine gözümüzü kullanıyoruz. Stetoskop yerine çenemiz var. Hepimiz hayat karşısında çok zorlanıyoruz. Zorlandıklarını hissettikleri her konuda ama her konuda en azından danışma anlamında gelebilirler. Biz de elimizden geldiğince dilimizin döndüğünce kendilerine yardımcı olmaya hazırız. Zaten yardımcı olamayacak isek de bunu da rahatlıkla ifade edebiliriz.

 

*Çok teşekkür ederim zaman ayırdığınız ve sorularımızı samimiyetle yanıtladığınız için…

-Ben teşekkür ederim. Meslek hayatınızdaki başarılarınızın devamını dilerim.