ÖMER ABİNİN KIZI
Yıllar da ne çabuk geçiyor sevinçleri üzüntüleri ile birlikte. Kosova'nın başkenti Priştine'de yaşayan Özge isminde genç bir kızla tanışmıştım. Uzun soluklu güzel yazılar yazıyor ve arada bir sohbet ediyorduk.
Büyüdüm, olgunluk mertebesinin bir kaç sayfalık kontratına en göz alıcı imzamı attım. Ölümler, kazalar, ayrılıklar ... Ağlatıyor ama yıkmıyor artık.
***
“Büyüdüm.
Zaten anlamıştım ben üç beş yaşlarımda, saçımı tek başıma taramaya başlayalı, büyüdüğümü anlamıştım. Ben çocuk kalmayacağımı daha çocukken anlamıştım. Dizim oluk oluk kanadığında, acısının ne zaman geçeceğini bilmeden, sabretmeyi öğrenmiştim. Çocukken biliyordum büyümenin ne demek olduğunu. Bu yüzden büyümek için hiç acele etmedim ben. Annemin topuklu ayakkabılarıyla gezmeyi merak etmemiştim hiç, denemedim bile. Komşu kızları gelincilik oynarken, beyaz tüllerden duvaklar yaparken kendilerine ben hep çocukluğumuzun görkemli ülkelerinden biri olan sokaklarımızın kaldırımlarında, gelini uğurlayan bir yakınıydım.
***
Babamın kareli gömleğini giyip, oyun sahalarında iş adamı olmaya da çalışmadım hiç. Ne kadar sorumluluk varsa kaçtım kaçabildiğim kadar, hayatın omuzlarıma yavaş yavaş dizdiği sorumluluklardan habersiz kaçtım ... Biliyorum hala babamın o sarı bukleli prensesiyim ben, ülkelerin kırmızı sınırları, uyumayan hudutları, yetmez kraliyetleri devirmeye. Koca bir imparatorluğun en disiplinli eriydim ben. Okul hayatım boyunca en arka sıralarda oturduğum zamanlarda bile fark edilip , milli bayramların önde gelen flama- bayrak taşıyıcısıydım. Anladım, kader seçer bazılarımızı. Kimi vurdumduymazlığın taşıyıcısı olur, kiminin yükümlülükleri bir bayrakla başlar bin bayrakla dalgalanır, mahallenin en tanınmayan kızıydım ben.
***
Öyle ki, semtimizin çocukları babamın adını bilirlerdi, Ömer abinin kızı, benim ismim Ömer abinin kızıydı. İki ekmek dememe gerek yoktu fırıncıya, gülümsediğimde, taze ekmeklerin kokusu dans ederdi. Mahallemizin bir de büyükçe bir caddesi vardı, çocukluğumun en korkulu geçidiydi orası. O kadar küçüktüm ki, arabaların arasında zik zaklar çizerek, sağ ayağımın üzerinde sekerek, tutardım evin yolunu. Annem balkonda, merakla gözlerdi yolumu. Annemin makyaj setini merak etmedim hiç, gerek yoktu gözaltlarımdaki koyuluğu boyamaya. Gözaltlarım süt beyazıydı çünkü. Pencerelere çizdim çocukluğumu, en çok onlar bilir geçmişimi. Özlem duyduğum ne varsa, buğulu camların arkasından kurdum senaryoları. Gelincikleri severdim en çok, kan kırmızısı. Fakat hiç gelincik toplamadım çocukken. Onların kırmızılıklarındaki, siyahlık öfkelerini kusamayışlarındandır. Gelinciklerin duyguları vardı, ömürleri kısaydı. Bir gelincik katili olmadım ben. En çok papatyalara kıydım, anneme benzedikleri için. Kıskandım onları, annemden daha güzel olduklarını düşündüğüm için.
***
Yaradan, yaratırken beni, dozunu fazla kaçırmış duyguların. Ben ki, çocukken bir ormanda kelebekleri takip ederken yolunu kaybetmişlerdenim. Büyüdüm, şimdi ne kelebekleri görüyor gözüm, ne de gelincikleri. Papatyalara ise dokunmayalı çok oldu. Artık, mahallenin çocukları 'Ömer abinin kızı' diyemiyor, o mahalleden gideli epeyce oldu. Kaldırımlarımız, gelinlerin yakını olarak göremiyor artık beni. Büyüdüm, kaderin seçtiği flama-bayrak taşıyıcılarındanım. Üstelik affı yok bu taşıyıcılığın telafisi yok, tek başıma, koca bir sahanın ortasında çok bayramlar geçirdim.
***
Babamın hala prensesiyim de görkemli kraliyet düzeni dağılalı çok oldu. Farklı ülkelerin efendisiyiz. Fırınlara uğramaz oldum. Yarım ekmek alsam kafi artık,büyüdüm ben.Taze ekmek kokusunun, karrnım tok olduğunda hiçbir önemi yok. Ödenecek borçlarım var, geçilmesi gerek sınavlarım, ayaklarımın üzerinde durmam gereken bir yaşatayım. Ben bugün çocukluğumu özledim en çok, düşündüm de çocukluğum kollarımda can vermiş, üzerinden epeyce vakit geçmiş.”
***
Bu gün sabah kalkınca onu (Özge Demirözü) hatırladım. Onun, desenlikaldirimlar.wordpress.com adlı internet sitesinde yazdığı bu güzel yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Hoşça kalın ama dostça kalın.
YORUMLAR