AMPUTE MİLLİ TAKIMIMIZ
Geçtiğimiz hafta başı yaşamımıza bir kelime daha girdi: Ampute! Okuyucularımızın büyük bölümü kelimenin anlamını bilmiyorlar bundan kuşkum yok. O zaman değerli okurlarımız kelimenin anlamına bakalım: Ampute etmek=vücuttan bir organı kesip çıkarmaktır. Organı insan vücudundan çıkarıp alma operasyonuna ise ‘ampitasyon’ adı verilir. Bu terim genellikle de kol ve bacak kayıplarında kullanılır.
Vatani görevini ifa ederken gazi olan, kol ve bacakları ile diğer organlarını kaybeden askerlerimizden oluşan futbol takımına Ampute Milli Futbol Takımı adı verilir. Geçtiğimiz hafta ülkemizi Avrupa Ampute Futbol Şampiyonası (EAFF) temsil eden Ampute Milli Futbol Takımımız şampiyon oldu. Ana sponsoru Türkcell olan Ampute Milli Takımımız İstanbul’da Vadofone Arena’da İngiltere ile oynadığı final maçını 2-1 kazanarak Avrupa şampiyonu olduğu maç tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Ülkemiz insanını gururlandırdı. Teknik direktörlüğünü Çay doğumlu Rahmi Özcan’ın yaptığı Ampute Milli Takımımız gazi askerlerimizden oluşuyor.
A Milli Takımımızın grubunda havlu attığı bir zamana rastlayan bu anlamlı şampiyonluk ülkemizin onur ve gururu oldu diyebilirim.
Takıma Herkes Sahip Çıktı
Bu arada, Ampute Milli Takımının hangi koşullarda oynadığına bakarsak; ampute takımlar 7’şer futbolcudan oluşuyor. Maçlar 25’er dakikalık iki devre halinde oynanıyor. Oynanan sahaların zeminlerinin 40 x 60 veya 55 x 70 metre oluyor. Kaleler ise 5.20x2 oluyor. Şampiyon olmak güzel bir duygu. Ülkemiz de bu şampiyonluğa duyarsız kalmadı ve takımımıza yapılabilecek her türlü maddi ve manevi ödülleri vermekte cimri davranmadı. Turkcell dışında başta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) olmak üzere birçok kurum takıma sahip çıktılar. Bütün bunlar güzel duygular, ancak bu takımımız şampiyon olmasaydı da bu yağız delikanlılar kol ve bacaklarını kaybetmeselerdi. Bizlere yaşattıkları için onlara minnettarız, sağ olsunlar, var olsunlar.
HEPSİ SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK!
Yine bu yıl yaşantımıza giren ve bazı pisliklerin devletimizi ele geçirmek için yaptıkları ile ilgili birkaç sözüm olacak. 15-17 Temmuz’da bazı unsurların devletimizi ele geçirmek için giriştikleri ihtilal teşebbüsü başlamadan bitirilmişti. Bu girişimde bulunanlar için daha sonra FETÖ’cülar ve Paralel Devlet Yapılanması (PDY) tanımı kullanılmaya başlandı. Devletimizi yıkmaya ve yeni bir devlet kurmaya çalışan vatan hainlerini kolluk kuvvetlerimiz süratle tespit edip tutuklayarak yargılanmalarını sağladı. Yargılamalar halen devam etmekte, Türk yargısı kılı kırk yararak adalet dağıtmaktadır. Ancak ne hikmettir bilinmez hakim karşısına çıkan bu soysuzların tamamına yakını sanki “Sütten çıkmış ak kaşıklar” mübarekler. Devletin elinde onca belge ve tanık var olduğu halde suçluların tamamına yakını suçlarını inkar ediyorlar. Tamamına yakını diyorum, zira suçluların bir bölümü “pişmanlık yasasından” istifade ederek kendilerini devletimizin müşfik kollarına atmışlar ve devletimiz de babalığını göstererek onları tahliye etmiştir.
Belgeli Suçlamaları İnkar Ediyorlar
Yargılamalarda da hayatımıza bir tabir daha girdi By Lock! Peki nedir By Lock? FETÖ’cülerin kullandığı söylenen kriptolu bir mesajlaşma sistemidir. İşin garip yanı duruşmalarda hakimlerimizin FETÖ’cülere analizi yapılmış By Lock görüşmelerini deşifre ettikleri halde onların bu belgeli suçlamaları inkar etmeleri dikkat çekmektedir. Ancak Türk yargısı elindeki bilgi, belge ve tanıklar vasıtası ile adil bir yargılama ile devletimizin temeline dinamit koyan bu pisliklere gerekli cezaları vermektedir. İnşallah bir daha böylesi bir girişimde bulunmazlar.
AFYON SAĞLIK KOLEJİ MEZUNLARI
İlk mezunlarını 1967, son mezunlarını ise 1976 yılında veren Afyon Sağlık Koleji öğrencilerinin her yıl düzenlediği “Geleneksel buluşma” hafta sonu termal bir otelde gerçekleşti. Benim de mezun olmakla gurur duyduğum okulumuzun öğrencilerinin her yıl bir araya gelmelerini sağlayan organizasyonu yine sağlık memuru kardeşimiz Ali Koç sağladı. 50’ye yakın arkadaşımızın eşleri ile birlikte geldikleri bu buluşma aslında sayı olarak gerçeği yansıtmadı. Gerek bazı arkadaşlarımızın hakkın rahmetine kavuşmuş olmaları, gerekse bazı arkadaşlarımızın da ciddi mazeretleri dolayısıyla bu buluşmaya katılamamaları geride kalan arkadaşlarımızın bir burukluk yaşamalarına neden oldu. Ancak her şeye rağmen 50 civarında birlikte olan sağlık memurları geçmişi de anımsayarak güzel bir 3 gün geçirdiler. Ayrılırken önümüzdeki yıl tekrar birlikte olmayı kararlaştırdılar. Bende köşemden “Daha nice yıllara inşallah” diyorum.
AKHARIM BELEDİYESİ BALIK TUTMA YARIŞMASI
Ankara’ya sık gidenler bilirler. Ankara’ya 70 kilometre uzaklıktaki Polatlı’ya bağlı ve kavunu ile meşhur bir beldemiz vardır: Temelli. Temelli ufak ama şirin bir yerleşim yeridir. Tanımıyorum, bilmiyorum ama çok becerikli bir Belediye Başkanları olmalı. Zira Başkan çok zeki bir insan, Temelli’nin ortasından geçen Ankara yolunun sağ tarafında bir ufak gölet vardı ve başkan burayı nasıl yaptı bilmiyorum adeta bir deniz haline getirdi. Ufak dediğimiz gölet şimdi yolun iki tarafında muhteşem bir görüntü arz etmekte,yazın ise burada “Balık Tutma Festivali” yapılmaktadır. TV’de seyretmiştim bu festivale anormal bir katılım vardı. O festival ve canlı yayınla Temelli’yi tanımayan kalmadı. Yapılan eylem Belediye Başkanı’nın zekasını yansıtıyordu. Ben bile Ankara’ya geçerken bu yapay göl kenarında oturup çay içtim. Orada merhaba ettiğimiz bazı insanlar hafta sonları Ankara’dan Temelli’ye piknik için geldiklerini ifade ettiler. Dinlediklerim beni bayağı etkiledi.
Organizasyon Gerçekten Güzeldi
“Gönül ne kahve ister nede kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.”Bu atasözünü çok sever ve beğenirim. Bir çok şeye vesile olabilecek güzel bir söylemdir. Nasıl mı ? Birkaç hafta önce Sandıklı Akharım Belde Belediye başkanlığı köylerinin yanındaki Barajda balık tutma yarışması düzenledi. Etkinlik yeni olmasına rağmen katılım hayli yüksekti. Başkan atasözündeki “kahve” bahanesini beldesinde “balık tutma yarışması” olarak değiştirmiş ve kendi yöresinin tanıtımını sağlamıştır.İnanıyorum ki bu etkinlik gelecek yıllarda daha kalabalık bir şekilde yapılacaktır. Bu konuyu düşünüp hayata geçiren Başkanı da ayrıca kutluyorum. Devam başkan, yaptığın organizasyon gerçekten güzeldi. Gelecekte bu etkinlik tüm Türkiye’de ses getirecektir,buna inanıyorum.
İBRAHİM YILMAZ DİYE BİRİ!
Değerli okurlarımız, bildiğiniz gibi yeni stadyum ile ilgili birçok yazım oldu. Yazılarımın temelinde yatan; kamp yapmak için gelen takımların çokluğu nedeniyle saha zeminlerinin bozulmasından korkmamdı. 2-3 hafta önce sahaların zemininin düzelmeye başladığını öğrenmiş, Sayın Belediye Başkanımızdan da stat için alımı yapılan tohumlarla ilgili alım satıma şöyle bir göz atmasını istemiştim. Bakıp bakmadığını bilmiyorum, bir açıklama da gelmedi. Ben gerekeni yazdım, gerisi Başkan’ın bileceği bir iş.
Cumartesi günü birkaç eski futbolcu arkadaşım ile konuşurken yine sahaların zemini konu oldu. Şuhut’tan çok yakın bir arkadaşım sahalara “Bizim İbrahim” bakıyor dedi. Pazar günde birlikte stada gittik ve İbrahim ile birlikte olduk. İbrahim son derece beyefendi, işini hastalık derecesinde seven, üstelik Sayın Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’a toz kondurmayan eski profesyonel bir futbolcu. Önemli takımlarda futbol oynamış. Adını duymuştum ama tanışmak yeni nasip oldu. İbrahim’in anlattıklarından sonra stadyumdaki tüm sahaların emin ellerde olduğunu anladım.
Teşekkürler Ve Başarılar İbrahim
Tohum işini kurcaladım “Abi biz o işlerden anlamayız. Belediye alır biz kullanırız” dedi. Başkan Çoban’ın yaptıklarını ise anlata anlata bitiremedi. “Başkanım buraya çuvallarla para harcamıştır, stat için hiçbir şeyden kaçmadı” dedi. Ancak bir sıkıntısı vardı ; taraftarların maç esnasında koltukların dayanma yerine oturup, oturma yerine ayaklarını koymalarıydı. “Abi her maç sonrası kırılan birçok koltuğu yenisiyle değiştiriyoruz, milli servet koltuklara yazık oluyor” dedi ve ekledi: “Taraftarlarımız koltukların temizlenmediğinden şikayetçi. Oysa koltuklar tek tek temizleniyor, ancak taraftarlarımız koltukların oturma yerine basıyorlar ve ayakkabıların çizdiği siyahlar pislik gibi görünüyor, koltuklardaki ayakkabı izleri kesinlikle çıkmıyor” dedi.
Sevgili okurlarımız. Bizzat giderek görüp,ilgilisi ile görüştüm. Sahalarımız emin ellerde. ayın Başkan burası için tam adamını görevlendirmiş. Bu çocuk ta Allah var paralıyor kendisini buranın mükemmel olması için. Teşekkürler ve başarılar İbrahim.
AKTARLARA GİDİN!
Eskilerin tabiri ile kış kapıya dayandı. Bunun habercisi de gribal enfeksiyonlar başladı diyebilirim. Bunu nereden anladığımı sorarsanız eğer; aktarlardan derim. Geçtiğimiz Cumartesi yerel gazetelerde bir aktarımız gripli hastaların hangi bitkileri kullanarak gripten kurtulacaklarını, hangi bitkiyi kullanırlarsa grip olmayacaklarını içeren bir açıklaması vardı ve de bağışıklık sisteminden bahsediyordu. Yarım asırdır sağlığın içindeyim, hala bağışıklık sitemini öğrenemedim. Bilmiyorum ya çok kalın kafalıyım, ya da kendimi öğrenmeye odaklayamıyorum.
Bu aktar kardeşimizle ilgili Alzheimer ve Parkinson hastalıklarını tedavi ediyormuş diye daha önce yazılarım da olmuştu. Ne bakan, ne de ilgilenen oldu. “Saldım çayıra, Mevlam kayıra.” Doktor gibi bitki ile tedavi yapan, Amerika’nın tedavi edemediği hastalıkları tedavi ettiğini söyleyen bu madrabazlara birileri bir şey söylemeyecek mi?
Bel Fıtığı-MR-Nükleer Tıp
Aktarlardan bahsettik; biraz da alabalıkçılardan bahsedelim. Ne hikmettir bilinmez bizim ülkemizde hala bel fıtığını, kırık çıkığı tedavi ettiğini söyleyenlere karşı bir ilgi vardır. Söylediğim rahatsızlıkları akıl almaz yöntemlerle tedavi ettiğini söyleyen kerameti kendinden menkul şarlatanlar ülkemizin her yerinde olduğu gibi Afyon’umuzda da var ve insanlarımız bunlara itibar ediyor. Çoğu ilkokul mezunu bile olmayan bu reziller bel fıtığında halatlarla insanların belini çekiyorlar, beldeki ağrılı yere alabalık sarıyorlar ve aklınıza gelmeyecek yöntemler sergiliyorlar. Hatta bunların içinde ilkokul mezunu olduğu halde tomografi, MR gibi çekilmiş filmlere bakanlar da var. Daha önceleri de yazmıştım bu şarlatanların ağız birliği etmişçesine koydukları bir teşhis var: Damar damar üstüne binmiş.
Elini Bir Attı Belim Küt Dedi
Yıllar var ki ben bu damar damar üstüne binme olayını çözemedim. Yine herhalde kalın kafalılık ettim öğrenemedim de. Geçtiğimiz hafta bir tanıdığım geldi ve Salihli’ye giderek belini çektirmiş ve bel fıtığı iyi olmuş ballandıra ballandıra anlattı. Güldüm bozuldu ve “Abi niye gülüyorsun” diye sordu. Kendisine “Hayırlı olsun yakında görüşürüz” dedim. Ne yapayım adam inanmış bir defa. O’na ben Afyon’da normal filim, tomografi, MR desem hiçbir yararı olmayacak. Çünkü arkadaşım “Elini bir attı belim küt dedi, burada muayene olduğumda doktorlar belime bastığında ses soluk gelmedi” diyor. Ben bu dosta neyi nasıl anlatayım ki?
Bırakın Şu Otçu, Çöpçüleri, Alabalıkçıları
Değerli okurlarımız. Afyon Devlet Hastanesi gerek doktor ve yardımcı sağlık personeli, gerekse teknoloji açısından bölgenin en önemli hastanelerinden birisidir. Mevcut teknolojilere ilaveten Türkiye’de birçok hastanede olmayan Nükleer Tıp da eklenmiştir hastanemiz imkanlarına. İlgilenenlere söylüyorum; bırakın şu otçu, çöpçüleri, alabalıkçıları. Afyon Devlet Hastanesi ve şehrimizdeki diğer hastaneler yeterde artar size. Ne işiniz var cahil cühela ile? Tabi bunların kontrolü da ayrı bir konu.
CHP’DE KAZAN KAYNIYOR
CHP’de şu sıralarda Merkez İlçe Başkanlığı ile ilgili yoğun bir çalışma ve delege seçimleri var. Daha önce de yazmıştım, anormal bir taktik savaşı var. Merkez ilçe ile ilgili 4 ayrı liste vardı, bu şimdi birleşmelerle değişti. Av. Umut Kılıç kendinden beklenilmeyen bir şekilde kadın kolları başkanı Sn. Hafize Özmen ile birleşti Vedat Hoca (Sever) tek kaldı.
Sevgili okurlarımız, geçtiğimiz hafta değerli arkadaşım İsmail Akar köşesinde çok güzel bir yorum yaparak, CHP’de yaşananları kısa ve öz bir şekilde yansıtmış. Yazdıklarının tamamına katılıyorum. Hatta eksik bile yazmış diyebilirim. Altı bin üyenin üç bininin naylon üye olmasını vurgulamış ki bu yenilir yutulur bir şey değil. Bu yanlıştan biran önce dönülmeli ve Sn. Akar’ın söylediği gibi partinin kapısını bilmeyenler saf dışı bırakılmalıdırlar. Bu CHP için yüz karası bir olaydır. Bunu sebep olanların temizlemesi gerekir diye düşünüyorum. Unutmayın ki 2019 da önce yerel daha sonrada milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Parti mensupları bu seçimlere bir birlerini yiyerek mi gidecekler? Biran önce toparlanın, birleşin kavgayı bırakın diyorum.
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ..
Atatürk Stadı yıkılmadan önce cumartesi-pazar günleri hava da güzelse yavaş yavaş yürüyerek stada gider amatör maçları seyrederdik. Stadın arka tarafındaki yan sahalarda oynanan maçları seyrederken aynı zamanda eski dostlarla karşılaşır sohbete dalardık. Öyle ki uzun sürelerdir görüşemediğimiz arkadaşlarımızla beraber maç seyreder.eskileri konuşurduk. Ne yazık ki yeni stadın açılışı ile birlikte o güzelim günler ve sohbetler geçmişte kaldı. Şimdi yeni stada özellikle maç günleri gidip gelmek resmen bir zulüm. Hele maç bittikten sonra stattan çıkıp eve dönebilmek en az bir saatin üzerinde bir zaman alıyor. O nedenle de eski statta yakaladığımız ortamı yeni statta göremiyoruz. Hele eski sporcu arkadaşlarımızı hiç göremiyoruz.
Stat Çevresi Sakatatçılar Çarşısı Gibi Kokmasın
Değerli okurlarımız bu günkü yazıma son verirken bazı isteklerim var, ilgilileri kimlerse herhalde sesime kulak vereceklerdir: Ben sokakları köstebek yuvası gibi delik deşik olmamış, kaldırımlarda açıkta bükme, börek, ağzı açık satılmayan, stadyum bahçesinde binlerce insanın açıkta satılan gıda maddelerinin, ciğerin, köftenin satılmadığı yenilmediği bir Afyon istiyorum. Çok şey mi istedim acaba?
YORUMLAR