BİRAZ DA NOSTALJİ
Geçmişi hatırlamak ne güzel. Geçmişi hatırlarken o dönemi çağrıştırdığınız için bir o kadarda gençleşiyor o yılları yaşıyorsunuz. Onca yazdığım yazıların ardından bu seferlikte yaşanmış yıllara geri gittim ve bazı anıları okuyucularımızla paylaşayım istedim
TUZ YERİNE ŞEKER
Allah acı ve keder vermesin, biz beş kardeşiz. Ben ailenin ikinci yaramazıyım. Yedi aylık yani prematüre doğmuşum. Beş kardeşin 4’ü erkek 1’i kız. Rahmetli babam ve annem sağ iken en azından onlarla beraber olma adına mübarek günlerde bir araya gelirdik. Evde anlatılamaz bir neşe olurdu. Evde kahkahadan geçilmezdi. Nedenlerine baktığımızda geçmişte yaşanmış ironik anılar gündemimizi meşgul ederdi. Mesela çok basit bir örnek vermek gerekirse; rahmetli annem benim küçüğüm olan Turan’a para verir ve “4 kilo toz şeker al gel” der. Turan, o dönemde aklı havada, bir kız arkadaşı ile haşır neşir olmakta, eğer evlenirlerse kaç çocuk yapacaklarının hesabını yapmaktadır. O nedenle de rahmetli annemin “4 kilo toz şeker al” sözünü daha kapıdan çıkmadan unutur, toz şeker yerine 4 kilo bildiğimiz yemek tuzu alır gelir. O anda annemin Turan’a söylediği sözleri bugün bile aynı tazelik ve güzellikte anımsıyorum.
KİM GÜÇLÜYSE ÇIKSIN ORTAYA DEDİM
Okullarımızı bitirdik ve hayata atılıp kendi ayağımızın üzerine basar olduk. Yine böyle bir mübarek bayram günü İhsaniye’de, tüm aile tam tekmil bir aradayız. Yine eskileri konuşuyor şakalaşıyoruz. Ben “Yahu! Bugün de bir değişiklik yapalım 3 erkek kardeş güreş müsabakası yapalım ailenin en güçlüsü ortaya çıksın” dedim. Teklifim olumlu bulundu ve bir kura çektik. İlk güreşi abim ile benim küçüğüm olan jandarma astsubayı ve aynı zamanda komando olan Turan yapacaklardı. İkisinin müsabakasından galip çıkanla da ben güreşecektim. Şartlarda anlaştık ve abim ile benim küçüğüm olan komando Turan arasında güreş müsabakası başladı ve Turan 30 saniyede abimi yere yapıştırdı , maçı tuşla kazandı.
Ne olduğunu anlayamayan abimin 30 saniyede yapıştığı yerden kalkması oldukça zaman aldı. Gülmekten gözümden yaşlar akıyordu.
ELİNİ KALDIRIM: ŞAMPİYON SENSİN
Sırada benimle Turan’ın maçı vardı. Kafamda şöyle bir muhasebe yaptım; Turan beni de iki dakikada yere yapıştırıp tuş edecekti bunu net olarak biliyordum. Kendi kendime, “Akıllı ol Durakoğlu. Bu oğlan senin bir yerini de kırabilir sen vazgeç bu güreş sevdasından” diye telkinde bulundum. Abim canı yanmış, sırasını savmış dört gözle benim güreşmemi bekliyordu ve “Çabuk olun, güreşe başlayın” diyordu. O da biliyordu Turan’ın beni de kendisi gibi yere yapıştırıp tuş yapacağını. Ben de yere serileyim ki abim gevrek gevrek gülüp zevkten dört köşe olsun. Ancak o’na bu zevki yaşatmadım. Turan’la güreşmek üzere yan yana geldiğimizde süratle Turan’ın sağ elini havaya kaldırdım, “Ben biraz rahatsızım, hükmen yenilgiyi kabul ediyorum, şampiyon sensin” deyiverdim. Abim bu durumu bir türlü kabul etmiyor “Hayır beş dakika da olsa güreşeceksiniz” diyordu. Onun amacı beni 2.80 yere yapışmış görmekti ancak ona bu görüntüyü vermedim, güreşmedim. Yıllar var ki bir araya geldiğimizde bu güreş mevzuu her seferinde dillendirilir ve güleriz.
DİDİM Mİ? ORADA NERESİ?
Seksenli yıllardayız. Türkiye’de sayılı tatil merkezleri var. Oralara da parası olanlar gidebiliyor. Sanıyorum 1979 yılı idi bir arkadaşıma tatile gideceğimi söyleyince “Didim’e gitsene” dedi. Bu ismi ilk defa duyuyordum, gayri ihtiyari sordum: “Didim mi? Ora da neresi, nereden gidiliyor?”
Arkadaşım sıkılmadan, usanmadan Didim’in konuşlandığı yeri, nasıl gidildiğini tek tek anlattı. Bunun üzerine ben, kız kardeşim ve enişte, abim ile çok sevdiğimiz dört aile arkalı önlü Didim’in yolunu tuttuk. Yorucu bir yolculuk sonucunda Didim’e ulaştık. Gerçekten de Didim arkadaşımın anlattığı gibi henüz keşfedilmemiş bakir bir tatil köyü idi. Konaklayacak doğru dürüst pansiyon yoktu. Bol bol çadır kurma alanları oluşturulmuştu ve sahilde tenekeden yapılmış barakalarda tost ve ekmek arası köfte satılıyordu. Bir tane market, birkaç da çay bahçesi vardı. Çok geri ancak geleceği parlak bir tatil yöresiydi.
BALIKÇILIĞIMIZA GIPTA İLE BAKIYORLARDI
Bir pansiyona yerleştik ve abimle beraber sabahları erkenden sahile balık tutmaya gider olduk.Ancak hiç balık tutamadık ,tutamadık ama pansiyona da balıksız dönmedik. Çünkü bizim gittiğimiz saatte balıkçılar açık denizden balık avından dönüyorlardı ve biz onlardan balık satın alıp dönüyorduk. Pansiyonda herkes bize gıpta ile bakıyordu. Özelliklede beraber geldiğimiz Sağlık Memuru Ramazan bey, “Yahu abi! Size hayranlık duyuyorum, nasıl da bütün balıkları aynı boyda, aynı ende tutuyorsunuz” diye sorup duruyordu. Kimse bilmiyordu ki balıkları satın alıp geldiğimizi.
Değerli okurlarımız işte size portresini çizdiğimiz Didim öylesine bir köydü. Bugün ise ufak suyun 5 TL’ye, ufak kolanın 10 TL’ye satıldığı herkesin gidemediği bir tatil kenti. Ancak bizlerin köy iken gittiğimiz Didim’in yerinde yeller esiyor.
Orası da aynı Çeşme, Foça, Kuşadası ve mavi şehir gibi insanların parasını ve nefesini kesen bir tatil kenti olmuş.
YORUMLAR